Köşe Yazıları / M. SAİD ARVAS


Kibir ve ucubdan kurtulmak için...

Bir Müslümanın yaptığı ibadetleri, iyilikleri beğenmesi, bunlarla övünmesi dinimizin yasakladığı şeylerdendir. Buna "ucub" denir. Lâkin bunların Allahü teâlâdan gelen nimetler olduğunu düşünerek sevinmesi kötü huy değildir. Bunları kendinden bilir, kendi kazandığını sanırsa tehlikelidir.

Nimetlere kendi elimizle, gayretimizle kavuşamayız. Bunun bir "ihsan-ı ilâhi" olduğunu düşünmeliyiz. Böyle düşünmek müstehaptır, ancak ucub tehlikesi mevzubahis ise farz olur.

İnsanı yaptıklarını beğenmeye sürükleyen sebeplerin başında cehalet ve gaflet gelir. Bu kötü huydan kurtulmak için, "her şeyin Allahü teâlânın dilemesi ve yaratması ile meydana geldiği" unutulmamalıdır. İlim, akıl, ibadet, mal, evlat, makâm gibi nimetlerin Rabbimizin lütfu ihsanı olduğunu hatırlamalıdır.

İnsana faydalı olan, tatlı gelen şeye "nimet" denir ki gönderen elbette Allahü teâlâdır. Ondan başka yaratıcı ve gönderici yoktur...

SIKINTILARIN SEBEBİ!..

Eshab-ı kiramdan (aleyhimürrıdvan) bazıları Huneyn Gâzasında askerin çokluğunu gördüler ve "biz artık mâğlup olmayız" dediler. Bu sözler Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) mâlum oldu, çok üzüldüler. Nitekim harbin başlangıcında Cenabı Hakkın yardımı gelmedi, sıkıntılı anlar yaşandı. Sonra Rabbimiz merhamet etti, nusret-i ilahi imdada yetişti. Davud aleyhisselâm dua ederken "Ya Rabbi! Evlatlarımdan birkaçının namaz kılmadığı hiçbir gece yoktur ve oruç tutmadıkları hiçbir gün geçmemiştir" deyince Allahü teala cevaben buyurdu ki:

"Ben dilemeseydim, kuvvet ve imkân vermeseydim bunların hiçbiri yapılamazdı."

Kibir, kendini başkasından üstün göstermek, ucub ise kendini başkasından üstün bilmektir. Hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde insan ucub sahibi olabilir, fakat kendini büyük gösteremez kibirlenemez. Kibir ve ucubdan kurtulmak için tevâzu sahibi olmaya çalışmalıdır. Kavuştuğu nimetleri kendinden bilmeyen kurtulur. Diyelim bir kimse güzeldir, yakışıklıdır. Bundan dolayı kendini beğenirse ucub olur. Sahip olduğu güzelliği kendinden değil de Allahü teâlânın lütfu olduğunu düşünürse ve şükrederse sevap kazanır.

Günahkârları beğenmemeli, fakat kendini günahkârlardan üstün de görmemelidir. Kendini cennetlik, günahkârları cehennemlik bilmemelidir. Hatta kâfir için bile böyle düşünmemeli. Kâfir bir Kelime-i şehadet getirerek cennetlik olabilir, kendisi de mahzurlu bir söz söyleyerek cehenneme yuvarlanabilir!..

Kibir ve ucbun ne büyük tehlike olduğunu İmamı Gâzâli rahmetullahi aleyh "İhya-ul ulum" kitabında şu menkıbe ile anlatıyor:

İsa aleyhisselâm, bir havarisi ile yürümektedirler. Hırsızın biri onları uzaktan görür, yaptıklarına pişman olur, bereketlenmek için peşleri sıra gelir. Havari "bu da nereden çıktı şimdi" der, "aman bizden uzak dursun da!.." Adımlarını hızlandırır, İsa aleyhisselâma yaklaşır. Hırsız ise "ben bu mübareklerle birlikte yürümeye lâyık değilim" deyip adımlarını yavaşlatır. Allahü teala Hazret-i İsa'ya vahyeder:

"Onlara söyle! İkisinin de o ana kadar yaptıklarını sildim. Kendini beğendiği için havarinin ibadetlerini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için hırsızın günahlarını affettim. Şimdi ikisi de yeniden başlasınlar."

Hazret-i Aişe validemize sormuşlar:

-İnsan ne zaman kötülük işler?

-İyi şeyler yaptığını sandığı zaman!

"MÜHİM OLAN SONDUR!.."

Bir zaman bir abid vardır. İbadetlerinde adaba dikkat eder, namazını düzgün kılar... Gencin biri ona hayran hayran bakınca "Bak evlâdım" der; "Şeytan da uzun yıllar ibadet etti. Akıbeti mâlum... Mühim olan sondur. İbadetlerimin kabul olup olmadığı meçhul. Kaldı ki kabul olsa bile bir gözümün şükrünü edaya yetmez!"

Bunun için din büyükleri buyurmuş ki: "Sonu tevbe ile biten bir günah, sonu ucubla biten bir ibadetten daha hayırlıdır."

Hadis-i şerifte buyruldu ki:

"Günah işlemeseydiniz, bundan daha zararlı olan ucubdan korkardım."