Rabbimizin şükrünü hakkı ile yapmamız mümkün değildir. Oruç tutarak, Bayramı da yaşadığımız şu mübarek günlerde, nimetlerin O’ndan geldiğini bilelim; bu da kâfidir...
Rabbimizin üzerimizdeki nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Ancak, bunca nimete şükredebiliyor muyuz? İtiraf edelim ki hayır. Rabbimiz de; “Şükreden kullarım azdır” buyuruyor.
Şükretmiyorsak veya az şükrediyorsak bunun birçok sebebi var: Birincisi bedâva bulduğumuz ve hiç eksik olmayan nimetlerini nimet olarak görmemeye başlıyoruz. Hava, büyük nimet. Oksijenin ne kadar büyük nimet olduğunu, havasız kaldığımızda anlarız... Sıhhatin güzelliğini, sabahlara kadar sancılar içinde kıvrananlar bilir. Gözün değerini âmâ olanlar anlar...
Bir fakir, hocasına dert yanar; çok fakir olduğunu, hiçbir şeyinin olmadığını söyler. O da, ona sorar; “sana deseler ki, gözlerinin karşılığı sana on bin dirhem verseler razı mısın?” Hayır diye cevap verir. “Sağır olursan on bin” ona da hayır der. “Dilsiz olsan, konuşamasan on bin dirhem” ona da hayır, “ellerin ve ayakların felç olursa on bin...” Ona da razı olmaz. “Aklını kaçırsan bir on bin daha verseler ister misin?” sorusuna da şöyle cevap verir: “Aklımı kaybettikten sonra parayı ne yapacağım.”
Bunun üzerine hocası der ki: “Allah’tan korkmuyor musun? Üzerindeki nimetlerin birkaç tanesi bile, elli bin dirhem kıymetinden fazladır, nasıl fakirlikten şikâyet edebilirsin?”
Hürriyetin değerini hapistekiler anlar. Hayatın kıymetini mevtâlar bilir. Hiçbir mevta yoktur ki, hayata bir gün dahi olsa dönmeyi istemesin... Mahşerdekiler diyecekler ki: “Ya Rabbi biz her şeyi gördük ve anladık, bize bir fırsat daha tanısan, tekrar dünyaya döndürsen, bu defa çok iyi olacağız, neyi emretmişsen onları yapacağız, neyi haram kılmışsan onlardan da uzak duracağız.” Bu isteklerine melekler şöyle cevap verecek: “Ahmak adam! Sen dünyadan gelmiyor musun? O zaman yapsaydın ya!..”
Abbasi halifelerinden Harun-ı Reşid bir gün su ister. Ona bir tas su getirirler, huzurunda bulunanlardan Muhammed bin Vasi hazretleri sorar; “efendim siz bu suyu bulamasaydınız, susuzluğunuz gittikçe artacaktı, o zaman bir tas suyu kaça alırdınız?” O da “saltanatımın yarısını verirdim” der. İkinci soru; “Suyu içtiniz, mesanenizde tıkanma olsa, bu suyu dışarı atamasanız, sancılarla kıvransanız, bir doktor da dese ki; ‘bende bir ilâç var, onunla rahatlarsınız.’ Onu kaça alırsınız?” “Ona da saltanatımın öbür yarısını veririm” dediğinde büyük âlim taşı gediğine koyar ve der ki: “Kusura bakma padişahım senin bu uçsuz, bucaksız saltanatının kıymeti bir bardak suyu içip onu dışarı atma kıymetinde bile değildir!..”Rabbimizin şükrünü hakkı ile yapmamız mümkün değildir. Oruç tutarak, Bayramı da yaşadığımız şu mübarek günlerde, nimetlerin O’ndan geldiğini bilelim; bu da kâfidir...